CELLATLAR KAHVESİ

KİTAPÇILAR
HAKKINDA...

Cellatlar Kahvesi, dramatik yapıya sahip, tarihi bir gerilim romanıdır.

Öykü, oğullarının gözü önünde, Onur Savaşı'nda birbirlerini öldürmek için dövüşen iki cellatbaşının mücadelesiyle başlar. Onur Savaşı, her cellat için kutsaldır. Makamlarını onurlarıyla tohumlarına bırakabilmenin tek yoludur.
Oğulları, babalarının ölümünü seyretmelidirler ki, Cellatlar Kahvesi'nin kurallarını hamurlarına ekleyebilsinler. Bilsinler ki, bir cellatbaşını ancak başka bir cellatbaşı öldürebilir.

Kurgu, üç farklı zamanda işler.
Birincisi; oğullarının gözü önünde savaşan cellatbaşlarının, bu savaşa gelinceye kadar yaşadıkları süreç.
İkincisi; babalarının ölümünü izleyen oğulların, küçük yaştan itibaren cellat olma mücadeleleri.
Üçüncüsü; cellat atalarının ahlaki serüveni.

Cellatlar Kahvesi; sarayın dışında yaşayan zenginlere, soylulara ve komutanlara hizmet eden, bostancıbaşı himayesindeki cellatların toplandığı, saraydan bağımsız, tamamen kurmaca bir kahvehanedir.

Kan ve günahla yıkanmış gururları için ölmeye hazır cellatların yaşadığı bu mekanın, ağır kuralları vardır. Bu kurallara ne bostancıbaşı, ne de padişah karışabilir. Onlar öldürmeyi meslek edinmiş, kendi ahlak değerlerine sahip günahkârlardır.

Bu kurallara biri dokunacak olursa, vay haline!

Cellatlar Kahvesi'nde yaşananların dışında, ucu cellatlara dayanan yan öyküler vardır.
Oğlunun kanatlarında uçan, Mavi Gözlü Cellatbaşı Çatal Ağa.
Babası Kızıl Ağa gibi olmak istemeyen Cellatbaşı Asır Ağa.
Başkasının suyunu kirleten, Aslan Ağa.
Babasının kaderine boyun eğen, Kara Ağa.
Dünyalar güzeli Afife. Boyu devrilesi Bostancıbaşı Ali Paşa. Sokullu Mehmet Paşa. Günahsız Devşirme Karısını öldüren Kör. Uğrunda adam öldürülen, Ermeni Dansöz. Taş meyhanenin sahibi, Arap'ın kızı Efsun.
Günahkar bedenleriyle dereyi kirletenleri cezalandıran Çay Ninesi.
Keke Murat. Ölmek için celladına yalvaran Yusuf. 

"Oysa baban sana anlatmıştı bu saatte suya girmemen ve suyu kirletmemen gerektiğini lakin sen onu dinlemedin, o pis kanla, tertemiz suyumuzu kirlettin."
           
"Kim, celladını karşılarken bu kadar mutlu olurdu ki?"



       Elbette, koskoca Devlet-i Aliyye’nin sınırları dünyaları aşmıştı, elbette bu nabız gibi atan imparatorluğun her köşesinde karanlık bir şeyler yaşanırdı ve muhakkak, akşam ezanından sonra, bellerindeki silahlarla at süren iki celladın nereye gittiğini merak eden birkaç kişi olmuştur ama tek bir Osmanlının bile bu durumu garipsediği söylenemezdi. Onlar cellattı ve ölümün saati yoktu.
       Gücenmek, genç bir cariyenin kellesini gözünü kırpmadan kesen bir cellada hiç yakışmazdı.
       Oysa akıllarındaki düşünceler toprağa düşse, kapkara bir orman çıkardı ortaya.
       “Artık özgürüm,” dedi, Aslan.
       Kız, duyduklarına inanamıyormuş gibi sırıttı. “İyi de, ben özgür değilim.” “Müsaadenle seni de özgür kılmaya geldim.” “Beni özgür kılmanın tek yolu vardı ve sen o yola sapmadın.”
       “Suyu kirletmeye hakkın yok,” dedi, karısı. “Suyu kirletmeye hakkın yok,” dedi, devşirme karısı. “Suyu kirletmeye hakkın yok,” dedi, Ermeni karısı.
Sesler yankılanıyor, görüntüler birbirine geçiyordu. “Suyu kirletmeye hakkın yok,” dedi, kendi karısı
       Çatal, korkmaya başlamıştı. Başına açtığı işi düşündü. Bağırmak veya kendi karısına saldırmak geçmiyordu aklından. Tekrar suya dalıp, huzur içinde ölmek istiyordu. “Sahiplerinden izin almadan, suyu kirletemezsin.”
DOKÜMAN
CELLATLAR KAHVESİ'Nİ ALABİLECEĞİNİZ KİTAP SATIŞ SİTELERİ